“Bilmenizi istedim. Ölüm, benim için bir son değil. Aksine beni özgür kılacak. Sizinle geçirdiğim her anın tadını büyük bir coşkuyla hatırlayacağım. ELVEDA!” Mesajı yazmayı bitirdikten sonra, onu tüm arkadaşlarına iletecek olan tuşa bastı ve telefonu elinden fırlattı nereye gittiğini görmeden. Parmak uçlarında yavaşça balkon demirlerine doğru yürüdü. Rüzgar saçlarını savuştururken aklına derinlerden bir melodiyi taşıdı. Yavaşça mırıldanırken balkon demirlerine yaslandı. Bahçedeki çınar ağacını gördü. Ondan yüzlerce yıl daha yaşlıydı. Ama yine de hayata dair o bildik sevincini hiç kaybetmemişti, hep baharı yakalayabilmişti ve dimdik ayakta duruyordu. Sonra kendi vücuduna döndü. Simsiyahtı karanlıkta. Yıldızlar bile ondan yana umudunu kaybedip parlamayı bırakmışlardı. Melodinin sonlarına gelirken yavaşça geriledi ve aksine bir hızla parmaklıklara doğru koşarak, üzerinden sıçradı. Gecenin kadife yumuşaklığına kendini bıraktı. Yerin yeşil coşkusuna yaklaştıkça yüzünde masum bir gülümseme belirdi. Bilincinin acıyla dolmasını bekledi. Yere çarptığı andaysa tüm yüzü parçalandı. Yüzündeki gülümsemeyi silmek isteyen kemikleri dudaklarını yardı. Kan, yüzünü baştan aşağı boyadı ve gözlerindeki yaşamı, ölümle lekeledi. O gece kimse bir çığlıkla uykusundan sıçramadı. Bir ışığın daha söndüğünün farkında olmadan kimi zaman huzurlu kimi zamansa karanlık rüyalarla sabaha kadar yataklarında döndüler durdular.
Yeni gün, akşamın tüm izlerini silerken, bir köşeyi kendi karanlığıyla parlaması için yalnız bıraktı. Hiçbir ölümlü gözün göremeyeceği gerçeklerle kaplı köşeye arkasını döndü. Çünkü yeni gün biliyordu ki; bu onun günahıydı. Parlamayı öğretmediği bir yıldızı parlasın diye göklere salmıştı. Sonuç yok oluştu; ölümdü. Bu ilk değildi; ne de son. Hayat bunun gibi anlatılmayacak, anımsanmayacak yaşam öyküleriyle doluydu. Rüzgar yavaşça eserken, bir melodiyi de uzak, unutulmuş diyarlara yanında taşıdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder