2009-03-15

Ve Başladı

Akan bir nehirdi gördüğüm, takdir ettiğim. Ona anlatmak istedim, göstermek istedim; benim de onun gibi özgür olduğumu, çağladığımı, her zaman yolumu bulduğumu. Gözlerimin önünden akar giderken, düşüncelerimin ve isteklerimin ifade ettiği anlamlar, yapmak istedikleri gün ışığına bir türlü ulaşamıyordu. Kendi içinde çelişen bir anaforun ortasında hapistim. Özgür olduğunu sanan ama kendi düşüncelerini tam olarak ifade bile edemeyen kayıp bir ruhtum. Ama onu gördüğümde mahkumiyet sahip olduğu anlamını yitiriyordu. Beni özgür kılıyordu. Yine de ona yaklaşamıyordum. İhtiyacım olan onunla birlikte sonsuzluğa ulaşabilmek değildi. En azından bunu onunla konuşarak yapamazdım. Beni duyması yeterli değildi; görmesi de. Beni hissetmeliydi.

Bir keresinde ona bir şiir hediye ettim. “Ve başladı…” diye başlıyordu şiirim. Gördüğüm bir rüyamı anlattım. Bir dağ, karla kaplı. Bir ayna, kırılmış ve kimi parçaları eksik. Bir kırbaç, kanla kaplı. Ve bir o, gülümsüyor. Şiirimi okuyup okumadığını bilmiyorum. Ona şiiri verdiğim sırada doğum günündeydik. Etrafında birçok insan vardı. Aldı ve cebine koydu. Bir daha ondan hiç bahsetmedik. Unutuldu. Ama ben rüyamı asla unutmadım. Sarıldığım bir gerçek olarak yorganımı benimle birlikte doldurdu her gece.

Ve başladım.

Gözlerimi açtım. Engin bir oluşa, bir varlığa, yeni doğanın ürkek bakışlarıyla cevap verdim. Etrafımı dolduran renksiz boşlukta bir süre oturdum. Çıplaktım. Yavaşça renkler etrafımı sararken anlamlar doldurdukları gerçekleri yitirdi. Yenileri için ağızlarını kocaman açtılar. Boşuna bir çabayla tutmaya çalıştım. Elimde bir avuç su vardı; gerçekler ve hayaller gibi boşluğa aktılar yavaşça. Renkler ete kemiğe büründüler. Bir kapı beyaz dağa doğru açtı kanatlarını. Adım atmama gerek yoktu. Kapı altımdan kaydı gitti. Bilmediğim bir yolda dikiliyordum. İçime akan yeni bir duyguyla birlikte beyazın ortasındaydım. Gözlerim arandı; araması gerekeni, ne araması gerektiğini bilmeden. Soğuk, çıplak vücudumda geziniyordu ama aklım oralı bile değildi. Yeni doğanın adımlarıyla yola bıraktım kendimi. Bata çıka ilerliyordum. İçime bir şey girmişti sanki. Boşluklarımı doldurmak için. Daha önce eksikliğini fark etmediğim bir şeydi bu. Beni değiştirdi. Farklı birisi yaptı. Bana her nefesimde buna deyeceğini hatırlatıyordu. Beni kırbaçlayan efendi, yola devam etmemi sağlayan bu efendiydi. Etraf sessizdi. Hatıralarım susmuştu. Sessizlik zamanın sonuna kadar hüküm süreceğini vaat ediyordu.

Gözlerimi tekrar açtım. Engin beyazın ortasında siyah mermerden bir kule tek başına dikiliyordu. Güneşin ışık seli, kulenin pürüzsüz yüzeyinde farkını haykırarak, çağlayarak sıradanlığa akıp gidiyordu. Sonsuz gibi görünen ak diyarın göbeğinde farklılığın değerini, ifadenin özgürlüğünü korkusuzca dillendiriyordu. Büyük kapılara doğru ilerledim. Açılan kapılardan geçerken aklım sakin bir meltemin tatlı esintileriyle huzurluydu. Ama içeriye bir kere girince endişe bulutları aklımdaki huzuru çok uzaklara sürükledi. Gözlerim her kuytuyu, her karanlık köşeyi tarıyordu. Sezinlediğim her hareket, bakışlarıma yön veriyordu. Bu nedenle merdivenleri çıkmam hayli uzun sürdü. Merdivenler, kapıları ardına kadar açılmış küçük bir odanın önünde son buldu. Oda, bir yatak, bir ayna ve yerde duran bir kırbaç dışında bomboştu. Pencereleri vardı ama gün ışığı yasaklıydı sanki. Karanlıktı. İçeriye girdiğim sırada uyuşukluk bedenime aktı. Rahatlamıştım. Kabullendiğim ama asla istemediğim sakinlikti bu. Aynaya doğru yaklaştım. Yansımamı görmek istiyordum. İlk bakışta belirsizlik vardı. Pusluydu. Gözlerimi kırpıştırdıkça yansımam netleşti. Kısa bir süreliğine. Çıplak, zayıf vücudumu inceliyordum. Aklım bomboştu. Dönen, birbiri ardına gelip giden düşünceler yoktu. Aynaya öylece bakmayı sürdürdüm ta ki karanlık toplanmaya başlayıncaya kadar. Yansımam yavaş yavaş boğuldu. Son hatlarda karanlık tarafından yutulunca ayna patladı. Parçalar saçılmadı etrafa. Sanki olması gerektikleri yeri biliyorlarmış gibi oralara süzüldüler. Bazı parçalarsa sonsuz boşluğa öfke çığlıkları arasında çekildiler. Zehirli oldukları fısıldanmıştı. Ama herkes yanılırdı. Gözlerimi sıkıca kapattım.

Gözlerimi tekrar açtım. Ellerim bağlıydı. Kaybetmek istemediğim, sahip olduğum tek gerçek ellerimden kayıp gitti. Önümde durana baktım. Karanlıkta parlayan bir tek o vardı. Bana unutturan, kaybettiren. Bir yandansa iyi mi kötü mü önemsemediğim yenileri kazandıran. O an aklımda toplanan arzulara karşı koyamıyordum. Soğuğun bile nüfuz etmediği vücudum arzuların ateşiyle ürperdi. Sonsuza kadar yanacakmış gibi görünen bir ateşin göbeğindeydim. Düşünmeden daha da derine bıraktım kendime. Sırtıma inen ilk kırbaç darbesini hissettim belki ama üzerinde durmadım. Gelen diğerlerini ise hissetmedim bile. Yerde kanlı kırbacı gördüğümde bile onun peşinden gittim. Onun adımlarına ayak uyduramadan hep geride onu takip ettim.

Ve bitirdim.

Ama asla farkına varamadı…

Hiç yorum yok: