2009-11-11

Zamanda Gedik ve Mahşer: Vol. 3

Yeşillikler arasındaki, bir koridoru andıran patika yolun sonuna gelmiştim. Sonunda özlediğim dünyanın sınırına ulaşmıştım. İşte bu sınırı oluşturan yüksek duvarları ve koridoru takip eden yüksek kapı karşımdaydı. Kalbim küt küt atıyordu. Özlediğim dünya beni bekliyordu. Huzur dolu… Kapıya yaklaştım. Elimle kapıyı ittim. Kapı yavaşça açıldı. Karşımda hiç alışık olmadığım bir dünya (!) Beklediğim ve umut ettiğim ormanın yeşilliği ya da denizin maviliği yerine; ateşin kırmızı parlaklığı ve ateşin aydınlatamadığı yerde de sonsuz bir karanlık karşımda duruyordu. O noktaya kadar yanımda yürüyen; ama benim asla göremediğim iki siluet beni, o an hayatımda ilk kez yalnız bırakıp gittiler. Korku tüm benliğimi sardı. İlk adımımda yerin sıcaklığının daha fazla hissedilir hale geldiğinin farkına vardım. İkinci adımda daha da fazla… Üçüncüsündeyse kaynayan bir suya adım atmıştım. Etrafı kaplayan kan rengindeki sisten başka bir şey göremiyordum. Kan ve sis benliğimi işgal etmişti. İlerlemek istemiyordum. Canım çok fazla yanıyordu. Ama ayaklarımı kontrol edebilme yeteneği elimden alınmıştı. Her adımda sıcaklık biraz daha artıyordu. Gölcüğün ortalarına geldiğimde vücudumun yanmaya başladığını hissettim. Ateşin vücudumda oynaştığını görmek aklımın kapılarını içimdeki dehşete açmıştı. Ama tüm umutlarımı yitirdiğim o anda, yağmur ormanlarının huzur veren derinliklerinden nemli bir ses kıyıya ayak bastığımda her şeyin sona ereceğini fısıldadı. Dayanmaya çalıştım. Düştüm. Güneş ışığının asla adım atmadığı ormanların karanlık kuytularından gelen bir ses kulağıma lanetli sesiyle her şeyin boşuna olduğunu fısıldadı. Parçalandığımı hissettim…

Çok uzaklardan gelen çileğin kokusu beni ayağa kaldırdı. Beni değiştirdi. Kollarım da yanmaya başlamıştı ama beni durduramazdı. Çok yaklaşmıştım. “Birazcık daha…” diye içimden her adımda tekrarlıyordum. Sonunda kıyıya adım attığımda tüm vücudumun işe yaramaz halde olduğunu gördüm. Gözkapaklarımı yavaşça indirirken, başımın üstünde bir şeyin parladığını gördüm. Hoş bir sıcaklık ruhuma dokundu. Birileri sanki üzerimi örtmüştü. Yenilendiğimi hissettim. Yumuşak, tatlı bir ses kulağıma “Affedildin!” diye fısıldadı. Artık özgürdüm; artık Onlar’dandım.

Gözlerimi tekrar açtığımda, savaşın yarattığı kaos şimşeklerini üzerime yollamıştı. Ama bu sefer hazırlıklıydım. Gücümün doruğundaydım… Efendi bendim…

Hiç yorum yok: