Sonu yokmuş gibi görünen karanlığın ardından tekrar ışığa adım attığında bir an hiçbir şey göremedi. Sanki aklı da gözleri gibi geçici olarak kör olmuştu. Bir an ne bir şey düşünebildi ne de hissedebildi. Ardından gelen fark edişte o anda en çok ihtiyacı olan kişiyi karşısında buldu. Üç yılı aşkın süre kaldığı boyutta, onun için hayatını bile tehlikeye atan dostu Nor karşısındaydı. Büyücülere özgü uzun siyah cüppesi üzerindeydi. Yüzünde sevecen bir gülümsemeyle Can’a sarıldı; Can da ona. Bir süre ayrılmadılar. Ayrıldıklarında Can geri dönmek zorunda olduğunu söyledi. O kadından hesap sormak zorundaydı. Hem de Lale hala o mağaradaydı. Nor “ Can o düşman senin kavrayışının ötesinde bir güce sahip. Ama eğer bir şey yapacaksak şimdi yapmalıyız. Çünkü bu dünyaya yeni adım attı. Güçlerinin tamamını henüz toplayamadı,” Can’ın yüzündeki ifadeyi görünce de ekledi “Ama yine de senin yenebileceğin bir düşman değil.” Can “Ama sen kendin dedin bir şeyler yapacaksak,” derken Nor sözünü kesti “Sen yapamazsın ama ben onu durdurabilirim. Ama yardımına ihtiyacım var. Ben onunla düello ederken beni onun savaşçılarına karşı koruman lazım.” Kısa bir süre içerisinde iyi bir plan hazırladılar ve Nor, Can’a bir armağanı olduğunu söyleyerek ona iki kısa kılıcını verdi. Ayrılışlarından yarım saat geçmeden tekrar mağaraya dönmüşlerdi.
Mağarada, biriken cesetler bir yığın halinde bir köşeye atılmış; etrafta dolaşan iblislerin sayısı da neredeyse dört katına çıkmıştı. Can, gözleriyle etrafı korkuyla taradı ve Lale’yi bıraktığı köşede saklanırken gördüğünde büyük bir rahatlama hissetti. Sonraysa Nor’a dönerek savaşa hazır olduğunu belli eden bir gülümsemeyle baktı ve bir haykırışla en yakınındaki iblise saldırdı. Kılıçlarından birisiyle yaratığın kafasını tek bir hamlede uçurdu. Diğer kılıcıylaysa, onu görüp arkasından saldıran iblisin darbesini karşıladı ve ters dönerek diğer kılıcını yaratığın kaburgalarına sapladı. Bu arada Nor da geldiğini kadın iblise bir ateş topu atarak belli etti. Ateş topunun çarptığı yaratık mağaranın bir köşesine savruldu. Toz dumanın içinden hiçbir hasar almamış halde ayağa kalktı ve bilinmeyen bir dilde bir şeyler söylemeye başladı. Nor da aynı andan kendi büyüsünü örmeye başladı. Kısa bir süre içerisinde ölen yaratıkların sesi tüm mağarayı kapladı. Şimdiyse tozun dumanın arasında sadece üç figür ayakta durmaktaydı ve mağaranın bir köşesinde bir kız kayaların arkasında saklanmaktaydı. Üçünün de üzeri kan ve çamurla kaplıydı. Hem kendilerinin kanı hem de öldürdüklerinin kanı üzerlerinden çakıllı zemine yavaşça damlıyordu. İlk konuşan kadın iblis oldu. Ağlamaklı bir sesle “Ben bir kraliçeyim” dedi. Can’ın yumruğu suratına indiğinde iblis yere kapaklandı. Ama iblisten yayılan enerji dalgası da Can’ı mağaranın bir köşesine savurdu. Nor anında harekete geçerek, iblisin varlığına son verebilecek olan bir büyünün sözlerini söylemeye başladı ve defalarca olduğu gibi engellendi. Kraliçe saldırdı; bu sefer de Nor onun büyüsünü dengeleyecek bir büyüyü çağırdı. İki büyü birbirine çarpar çarpmazsa bir enerji duvarı örüldü. Birkaç saniye duvar sabit kaldı ve mağaranın tamamen yok olmasına neden olan bir enerji dalgasıyla birlikte infilak etti. Nor çok küçük bir an gücün kontrolünü ele geçirebildi ve bu anı kendisini, Lale’yi ve Can’ı oradan çıkartabilecek büyüyü örmek için kullandı. Ama unuttuğu şey iblis kraliçenin henüz ölmediğiydi. Kraliçe son bir saldırı için harekete geçti; ama büyüsünü daha tamamlayamadan Can’ın kılıcı onun göğüs kafesini yarıp dışarı çıktı. Ve mağara tamamen yok oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder