2008-09-04

Savaşçı/Bölüm 4

Can’ın eve gitmesi normalden çok daha uzun süre aldı. İnsanlar caddede panik halindeydiler. Kimileri ağlıyor; kimileri bilinçsizce koşuşturuyorlar; kimileri de sanki olan bitenin farkında değilmiş gibi boş boş bakıyorlardı. Korku insanların zihnini; acı da bedenlerini işgal ediyordu. Çok geçmeden hepsi ölümün kendisiyle tanışacaklardı. İnsanların yüzündeki delilik ve gördüğü son Can’ı korkutuyordu. Ailesi için korkuyordu; dünya için, Lale için, kendisi için… Eve geldiğinde ailesi evdeydi. Annesine sarıldı ve bir süre ondan ayrılmadı. Nedenini bilmiyordu; ama zihni terörle! çalkalanıyordu. Annesine sarılmanın, onun kucağında olmanın verdiği huzur ve güven duygusunun, çocukluğundaki gibi ondan istemediği tüm kötü duyguları alıp götürmesini bekliyordu. Annesinden ayrıldığında kardeşiyle yüz yüze geldi. Gözleri korkuyla irileşmişti. O gözler Can’ın içindeki gücü uyandırdı ve aklının iplerini tekrardan eline almasını sağladı. Dağlara gitmeliydiler. Ailesinin toparlanmasına yardım etti. Tam evden çıkacaklarken evin kapısı kırılarak açıldı. İçeriye tam olarak sığmayan iki tane devasa iblis girdi. Can hemen öne atladı. Ama daha yumruğunu bile kaldıramadan vücudunu bir elektrik dalgası kapladı ve yere ailesinin ölüm çığlıklarıyla yığıldı.
Kendine geldiğinde oldukça geniş bir mağaradaydı. İlk fark ettiği şey ellerindeki zincirlerdi; sonrasındaysa etrafındakiler. Kimi ağlayan kimiyse dehşetle açılmış gözlerini tek bir noktaya odaklamış zavallı çocuklardı. Bakışları takip edince mağaranın ortasında, on iki çocuğun üzerinde durduğu sunağı gördü. Sunakta on iki çocuk kalpleri dışarı çıkartılarak çarmıha gerilmişti. Çocukların suratındaki masum ifade acının ve dehşetin izleriyle çarpılmıştı. Çocuklara bakarken gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. Onlara bakarken birden onu gördü; kardeşini. Ufacık kalbi göğüs kafesinden dışarı çıkartılmıştı. Can tüm ailesini kaybetmişti. Başka kaybedecek bir şeyi yoktu. Siyahlar içindeki ufak tefek bir iblis sunağa çıkıp bir büyüye başlarken, Can ayağa kalktı. Tek bir harekette zincirleri kırdı. Kollarını çevirerek zincirlerin eline dolanmasını sağladı ve ona doğru yaklaşan ilk iblise tüm gücüyle vurdu. Can’ın yumruğu yaratığın kafatasını paramparça etti. Arkasından gelenler de Can’ın öfke dolu tekme ve yumruklarıyla kendi sonlarına yuvarlandılar. Bu arada sunaktaki iblis büyücü büyüsünü tamamlamıştı. Çocukların kalpleriyle beslenen bir portal yavaş yavaş açılmaktaydı. Mavi ışıkla yıkanan mağaradaki kaos, gittikçe parlaklaşan ışıkla birlikte anında durdu. Can’a saldıran tüm iblisler, portala doğru dönüp, silahları yerde, dizlerinin üzerine çöktüler. Dua eder gibi ellerini havaya kaldırdılar. Açılan kapıdan bir figür yavaş yavaş dışarıya çıkmaya başladı. Can etrafını kolaçan etti. Gelen yaratığın iyi bir tür olabileceğini sanmıyordu. Etrafında o yaratığa saldırıp kardeşinin intikamını almasına yardım edecek bir şeyler aramaya başladı ve tam o sırada Lale’yi gördü. Kendi varlığından bile habersiz, boş gözlerle etrafa bakınıyordu. Koşarak onun yanına gitti. Can’ın farkında değildi. Can onu alıp mağaranın karanlık bir köşesine götürdü. Ona geri döneceğini söyleyip sunağa doğru yöneldi. Sunağı tekrar gördüğünde şaşkınlığın neden olduğu bir duraksama yaşadı. Sunakta çırılçıplak bir kadın, büyücü iblisin ona uzattığı siyah bir cüppeyi giyiyordu. Hemen sonrasında, Can’ın şaşkın bakışları altında kadın sunağın önünde duran çocuğu boynundan yakalayıp yüzü yüzüne denk gelecek şekilde havaya kaldırdı ve çocuğun gözlerinden hayatı çekip aldı. Çocuğun bedeni ölümün getirdiği huzurun izleriyle çakıllı zemine yığıldı. Can, biraz önce bir iblisin düşürdüğü kılıcı aldığı gibi kadına saldırdı. Kadın onu elinde kılıçla gördüğünde gülmeye başladı ve Can’ın saldırısını kolayca geçiştirdi. Sonra etrafında ters dönüp bir tekmeyle Can’ı yere yığdı. Yerden onu tek eliyle kaldırarak yüzünü yüzüne yaklaştırdı. Kadının gözleri Can’ın ruhunu bedeninden çekmek için irileşirken, aniden kadın bir çığlıkla yere yığıldı. Can ise yere düşerken bir duman bulutu içerisinde kayboldu.

Hiç yorum yok: