Geri dönüşünün üzerinden bir ay geçti. Ama ailesiyle ilk karşılaşmasını bir dakika öncesi kadar net hatırlıyordu. Annesi sadece gözlerinin içine bir an bakarak onun boynuna sevinç gözyaşlarıyla atlamıştı. Babası ilk başta ne yapacağını bilemez bir halde öylece Can’a bakmıştı. Sonrasındaysa yavaş yavaş gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve ona yaşama sevincini yeniden bulmuş bir coşkuyla sarıldı. Her şey başta iyi gitmişti. Okula tekrar alındı, kazadan sağ kalışıyla ilgili bir hikaye uydurup tüm yetkililere bunu anlattı. Her şey güzeldi; tek bir kusur haricinde. Hayatının eski rutinleri hayatına yeniden girmek için acımasızca saldırıyorlardı. Bu durağan hayattan, ailesinin aşırı korumacı sevgisinden ve yaşamın hareketsizliğinden boğulmak üzereydi. Bir de okul… Umutsuzluk ve bıkkınlık… Yorgunluk ve hiçlik… Yalnızlık ve Hüzün… Tüm bu duyguların arasında yepyeni bir duyguyla da tanışmıştı. Karanlığının içerisinde Lale ona bir fener olmuştu. Onunla her şeyini paylaşabiliyordu. Konuşmadan yan yana oturduklarında bile sanki Lale onun ruhuna dokunuyordu ve bu dokunuşlar onu yavaş yavaş rutinin prangalarından kurtarıyordu. Onunla birlikte olduğu her an özgürdü. Her şey soğuk bir kış gününe kadar Can için böyle devam etti, gitti. Tahtada öğretmenin sorduğu bir soruyu cevaplamaya çalışırken sınıf kapısı açıldı ve içeriye birileri girdi. Can ilgisini tamamen sorulan soruya verdiği için içeriye girenlere pek ilgi göstermedi. Büyük bir hataydı. Bir an sonra ensesinde bir sızı hissetti ve kendinden geçti.
Tekrar kendine geldiğinde Lale’nin kucağında yatıyordu. Okulun spor salonundaydılar. Büyük bir öfkeyle doğruldu ve öfkesini, nefretini, sıkkınlığını ve acısını bir savaş çığlığıyla serbest bıraktı. Sonrasındaysa etrafını taradı. Ellerindeki taramalı tüfeklerini ona doğrultmuş yaklaşık on beş kişi vardı. İçinden artık kendi dünyasında yeteneklerini sınamasının vaktinin geldiğini geçirdi. Hepsini birkaç saniye içerisinde gözleriyle tarttı ve büyük bir coşkuyla havada takla atarak doğruca liderlerine doğru yöneldi. Onun bu hareketiyle birlikte havayı kurşun sesleri doldurdu. Can kurşunların arasından liderlerine ulaşıp tek bir tekmede adamın silahını havaya savurdu. Adamın arkasına geçip havada silahını yakaladı ve adamın şakaklarını dayayıp “Sessizlik!” diye bağırdı. Hemen arkadaşlarına dönerek onları kontrol etti. Herkes yere yatmıştı. İyi gibi görünüyorlardı. Kollarının arasındaki adam, sert ve aksanlı sesiyle “Beni bırak yoksa ölürsün,” dedi. Sesinde yalan yoktu. Eğer bir adam bir okulu tamamiyle rehin olarak elinde tutmaya karar verdiyse gözünü cidden karartmış demektir. Ama adamın bilmediği bir şey de vardı. O da Can’ın kolay bir lokma olmadığı. Zaman kazanmak için “ Zaten öldüreceksin, neden sana inanayım ki” dedi. Ama Can da adamı hafife almıştı. Hemen bir kızın getirilip tırnaklarının çekilmesini emretti. Çığlıkların arasından bir kız seçilip getirildi. Can hızlı bir şeyler düşünmeye çalıştı; pek bir şey aklına gelmeyince de “Durun!” dedi. “Bu işi konuşarak halledebiliriz. Kimsenin zarar görmeyeceğini garanti et. Seni serbest bırakayım.” Adam zorlama bir alaycılıkla güldü ve “ Her iki türlü de burada, bugün hepimiz öleceğiz.” dedi. “ Bugün ülkedeki her bir okul havaya uçurulacak, dünyadaysa milyonlar ölecek; o ya da bu şekilde. Yarınsa yeni bir çağ başlayacak. Biz, ölümlülerin zamanı bitti. Artık…” Cümlesini tamamlayamadan Can, adamın boynunu kırdı. Kıza işkence edenin kafasını kollarının arasına alarak havada ters bir takla attı ve onu diğer saldırganın üzerine fırlattı. Diğerleri daha ne olduğunu anlayamadan yerdeki taramalı tüfeği kapıp karşısındakileri taradı. Silahın ters tarafını kullanarak arkasından elinde bıçağıyla sinsice yaklaşan adamın burnunu kırdı ve “Herkes dışarı!” diye bağırdı. Panik içerisindeki öğrenciler çığlık atarak dışarıya çıkmaya başladılar. Herkes dışarı çıktıktan yaklaşık 3-4 dakika sonraysa büyük bir patlama oldu. Birkaç saat geçmeden de tüm gökyüzü tüm ülkede gerçekleşen patlamaların neden olduğu kara bulutlarla kaplandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder