2012-03-16

Ofiste

Sakin bir sabah ofiste. Sandalyemde iyice ardıma yaslandım. Beyaz, temiz tavana gözlerimi diktim. Bir ağırlık var gözlerimde nicedir. Oysaki geceleri erken giriyorum yatağa. Gece uyanıyorum bir ara kendime daha güneşin doğmadığını hatırlatmak için. Rahat rahat uyu diyorum seni saran karanlıkta. Sonra gün yükseliyor ve gözlerimi açıyorum. Yataktan kalkmıyorum. Yatıyorum bir süre daha beyhude. Telefonumdan o günün tarihine bakıyorum her sabah istisnasız. Haftalar sayıyorum, bir beklentim olmadan. Geride bıraktığım günlere dönüyorum bazen. Tarihlere bakıp geçiyorum sadece. Sonra bir gayret kendimi yataktan atıyorum banyoya. Hızlıca tıraş olup dişlerimi fırçalıyorum. Giyiniyorum aceleyle, işe geç kaldığımın bilincindeyim. Ayakkabılarımı giyip mümkün mertebe sessizce evden çıkıyorum. Kapıyı sessizce kapatmak için anahtar kullanıyorum. Yine de hafif bir tık sesi çıkıyor her sabah. Apartmandan çıkmadan kulaklıklarımı geçiriyorum kulağıma. Aylardır değiştirmediğim çalma listemdeki şarkılar birbiri ardına minibüse kadar, oradan metrobüse , oradan metroya ve oradan da ofise kadar bana eşlik ediyor. Yalnız değilim o anlarda. Etrafımı saran yabancı kalabalıktan bahsetmiyorum. Tanıdık bir muhite dalıyorum aklımda. Kendime yabancı olsa da aklımdaki insanlar bir şekilde kolayca iletişim kurabiliyorum. Yol boyu onlarlayım. Bazen onlarla ağlıyorum, gülüyorum, hastalanıyorum, ölüyorum, doğuyorum, büyüyorum, itiraf ediyorum, söyleniyorum, kazanıyorum, kaybediyorum, üşüyorum, keyfe geliyorum, isyan ediyorum, rahatlıyorum, koşuyorum, yüzüyorum, savaşıyorum, kan döküyorum, yaralanıyorum, bekliyorum... Aslında yaşıyorum. Hiç yapamadığım ve yapamayacağım gibi yaşıyorum. Sonra ofisin girişinde buluyorum kendimi, asansör beklerken. Kulaklıklar kulağımdan kayıyor. Müzik çalarımı kapatıp, kulaklıkları etrafına doluyorum, asansörü beklerken. Asansöre adım attığım an farklı bir gerçekle baş başa kaldığımı biliyorum. Huzursuz bir an benim için. Bir nedeni yok aslında. O an, farklı bir şey hissedemiyorum ama. O duyguya teslim olup, asansörden çıkıyorum. Kapıyı çalıyorum. Açılma sesini duyar duymaz zoraki bir adımla içeri giriyorum. Ofiste sabahın sakinliği hâkim. Ezbere seslendirilmiş birkaç günaydının ardından masama geçiyorum. Bilgisayarımı açıp, çay ve patatesli açma almak için mutfağa geçiyorum. Hızla alıp masama dönüyorum. Oturduğum zaman vücudumu tatlı bir ağrı sarıyor. Sanki günlerdir oturmamışım gibi. Koşmuş yorulmuşum gibi. İçip içip sızmışım gibi. Soğukta uyuyakalmışım gibi. Üstüm açık kalmış gibi. Hızla edilen kahvaltı ve ardından günün başlaması. Bir ara başımı kaldırıyorumm tavana doğru. Beyaz, temiz tavana gözlerimi dikiyorum. Bir ağırlık var gözlerimde nicedir. Beni bekleyen günün yükü mü? Hayır. Bir bulut mu gölgeledi? Hayır. İnançsızlık beni dibe mi çekiyor? Hayır. Güvenmiyor muyum kimseye? Hayır. Yalnızlıktan mı her şey? Hayır. Kirlendim mi yoksa? Hayır. Beklemek istemiyor muyum daha fazla? Hayır. Var olmadığını bildiğim bir dünyaya mı dönük gözlerim? Hayır. Taze bir anı filizlenemiyor mu artık? Hayır. Denizin üzerinden kıyıya vuran ılık esinti bile mi alamıyor gözlerimdeki bu ağırlığı? Hayır. Sanırım aynı zamanda cevaplar evet de. Başımı yeniden bilgisayar ekranına çeviriyorum. Yapılacak işler, teslim edilmesi gereken evraklar var. Biri bitmeden öbürü başlayacak, sonra öbürü, sonra... Her şey yarım geliyor; her şey tamamlanmamış. Ama zaman daralıyor. Bir başkası gelecek bu adımları yeniden atmak için biliyorum. Gün bitiyor en nihayetinde. Acele etmeden ceketimi giyip caddede koşuşturan insan kalabalığına dalıyorum. Kulağımda kulaklıklarım yeni bir maceraya yelken açıyorum. Eve koşuyorum...

Hiç yorum yok: